1998 yılı. Marmara Üniversitesi’nde pazarlama bölümünde öğrenciyiz. Dönem sonu için hazırladığımız ödevin çok da sıradan olmadığının belki o zaman farkında bile değildik. Konumuz: “Kişi Pazarlaması.” Hatırladığımız en net şey, kaynak bulmanın ne kadar zor olduğuydu. Aslında kaynaktan çok düşünerek, tartışarak yolumuzu bulmaya çalıştığımız bir ödevdi. Bugün “kişisel marka yönetimi” ya da “influencer marketing” dediğimiz kavramların ilk ipuçları o yıllarda karşımıza çıkmıştı. Ne sosyal medya vardı, ne dijital pazarlama araçları… Telefon ve bilgisayarlar bile yeni yeni hayatımıza giriyordu. Biz ise merak ve heyecanla elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorduk.
Kişi Pazarlaması Nedir?
O dönemde “kişi pazarlaması” çoğu insan için çok şey ifade etmiyordu. Ama özünde şunu söylüyordu: Birinin değerlerini, güçlü yanlarını ve hikâyesini doğru şekilde anlatmak, onu görünür kılmanın en etkili yoluydu.
Biz ödevimizi hazırlarken fark ettik ki, elimizde hangi pazarlama araçları olursa olsun bir markayı anlatmak ile bir kişiyi anlatmak aslında birbirine çok benziyordu. İkisinde de hikâyeyi doğru kurmak gerekiyordu.
1998’de Pazarlamanın Öğrencilik Hali
O ödev bize sadece bir not kazandırmadı; yeni bir bakış açısı sundu. “Kişi pazarlaması” sayesinde şunu öğrendik: İnsanların da markalar gibi bir hikâyesi olmalı. Hikâyesi olan kişi dikkat çekiyor, fark ediliyor ve hatırlanıyordu.
Bugün dönüp baktığımızda, o deneyim bize yalnızca bir dönem başarısı değil, aynı zamanda pazarlamanın geleceğine dair ipuçları verdi: İnsanların markalaşacağı, markaların ise insanlaşacağı bir dönemin başlangıcıydı.
Bugün Kişisel Marka ve Dijital Pazarlama
Karanlık Kutu’da bugün yaptığımız işlerin temelinde hâlâ o derste kazandığımız bakış açısı var. O günün heyecanı, bugün markaların hikâyelerini dijital dünyada görünür kılma yaklaşımımıza yön veriyor.